21 Ocak 2014 Salı

Önder: İstanbul’da demokrasiyi soluyacağız




RÖPORTAJ: ÇAĞDAŞ KAPLAN/SADIK TOPALOĞLU
İSTANBUL (DİHA) - HDP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi eş başkan adayı Sırrı Süreyya Önder, yerel seçimlerde diğer partilerden farklı olarak “çözüm projesi” ile girdiklerini belirterek, 3 temel farklılıklarının ise demokratik özerklik, eş başkanlık sistemi ve ekolojik belediyecilik anlayışı olduğunu söyledi. Kent yönetimine gelir gelmez sokak sokak, mahalle mahalle, ilçe ilçe kuracakları meclisler aracılığıyla toplumun yönetime katılım kanallarını açarak, 100 günlük eylem planı dahilinde kentin sorunlarına gözle görülür müdahalelerde bulunacaklarını ifade eden Önder, “İlk 100 gün içinde İstanbul’da demokrasiyi soluyacağız” dedi.
Yerel seçim çalışmalarını “Şehir senin” ve “Kendimizi de kentimizi de yönetiyoruz” sloganlarıyla başlatan HDP, 59 büyükşehir ve il belediye başkan adaylarını açıkladı. Yerel yönetimlerde “yerel demokrasi” ve “ekolojik belediyecilik” politikalarını benimseyen HDP, BDP ile bir ilki de gerçekleştirerek, her belediye için eş başkanlık sistemini önüne koydu ve eş başkan adaylarını açıkladı. HDP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi eş başkan adayları ise Sırrı Süreyya Önder ve Pınar Aydınlar olarak belirlendi. Eş başkan adaylarından Sırrı Süreyya Önder, HDP’nin seçim stratejisi, yerel yönetim anlayışı, İstanbul’da nasıl bir belediyecilik yapacakları ve projeleri hakkında DİHA’nın sorularını yanıtladı.
‘Bu seçim biz ve onlar arasında geçecek’
* HDP’nin katılacağı ilk yerel seçimler için İstanbul Büyükşehir Belediye eş başkan adayı olarak seçildiniz. HDP olarak yerel seçimlere ilişkin izleyeceğiniz strateji ne olacak?
Belki diğer geçirdiğimiz yerel seçimlerle kıyaslanmayacak kadar büyük bir avantajın sahibiyiz. İlk defa HDP bileşenleri başta BDP olmak üzere, Kürt halkı, onun dostları, dayanışma gösteren siyasal yapılar ve gelinen ittifakın doğurduğu bu birleşme hali, halkta “Bir tarafta BDP ve HDP var diğer tarafta ise diğer bütün partiler var” algısının oluşmasına sebep oldu. Çünkü diğer bütün partiler AKP’si, CHP’si ve MHP’si ile -tabi sol-sosyalist partileri bunun dışında tutuyorum- aslında tek bir partiler. Yerelliğe ve yerel yönetimlere dair vazgeçmedikleri iki tutum var. Birincisi neo-liberal vahşi sömürü ve talan politikalarını sarsılmaz bir şekilde savunuyorlar. Kendi belediyelerinde bunu en acımasız biçimde uyguluyorlar. Kentsel dönüşüm projeleri ile tek dilli belediyeler eliyle, halkı karar süreçlerine hiçbir şekilde katmama bırakın halkı seçilmişleri, encümenleri çalıştırmama, sürece müdahale etmeme, kent konseylerini, kent meclislerini asla işlevsel kılmama yoluyla bunu yapıyorlar. Bu konuda büyük bir bencillikle davranıyorlar. Halk da bu açıdan bunların tek bir parti olduğunu görüyor. Adının CHP ya da başka bir parti olmasının bunu değiştirmediğini görüyorlar.
Bir diğer husus ise barış meselesine yaklaşımları. Kendi aralarında bu kadar kanlı bıçaklı gözükmelerine rağmen barış ve demokratik çözüm söz konusu olduğunda süratle üşüşüyorlar ve kol kola giriyorlar. Onun için bu seçim biz ve onlar arasında geçecek ve onlar tek bir partiler. Dolayısıyla işimiz kolay. Seçim kampanyamızda bu onların tek bir parti olduğu vurgusu, merkezileşmeyi savundukları, halkı yok saydıkları, barışı ve demokratik çözümü istemediklerini anlatacağız. Bu kavrandığı zaman hayat bizler açısından eskiye nazaran çok daha kolay olacak diye düşünüyorum.
’3 temel farkımız var: Demokratik özerklik, eş başkanlık ve ekolojik belediyecilik’
* Diğer partilerin bir olduğunu söylediniz. Peki HDP farkını hangi politikalarla ortaya koyacak?
Bugün sistem partilerinin içerisinde hem kenti yönetmeye hem de kent ölçeğinden çıkarak bütün bir ülke yönetimine dair bir tek model ya da önerisi olan yok. Oysa bizim tüm siyasal bileşenlerimizin de benimsediği ‘demokratik özerklik’ dediğimiz bir projemiz var. Bu artık proje olmaktan da çıkmış birçok BDP’li belediyede belli nüveleriyle hayata geçirilmeye başlanmıştır. Halk bunun farkını görüyor. Bizim birinci farkımız burada, bir projemiz var. İkincisi ise biz de kadının eşit temsiliyeti var. Bu diğer siyasi partilerin hiç birisinde olmayan bir şey. Eş başkanlık sistemi bu seçimlerde bizim temel, ilkesel ve taviz vermediğimiz bir politika. Diğerleri bırakın kadına yönetimde eşit inisiyatif tanımayı adeta kadınsız kentler tasarlıyorlar. Üçüncü en temel farkımız ise ekolojik bir yerel yönetim anlayışına sahip olmamız. Hatırlayalım, Taksim’in yayalaştırılması projesi, CHP’li vekillerin bir tekinin bile muhalefet etmemesi ile oy birliği ile geçmişti. Onlar için tarih, çevre, insan, diğer canlılar alınıp satılabilen şeyler. Biz de ise hayatın bizatihi öznesi. O yüzden Haziran direnişi sırasında “Buradaki kuşların ve ağaçların da vekiliyim” dedim. Bunu dediğim zaman dalga meselesi yapmışlardı. En temel farklılıklarımızı bu ve bunun altındaki başlıklar olarak ifade edebilirim.
‘Ütopik olmakla suçlandık, Gezi’de gerçekleşti’
* Gezi direnişinde toplum “Kente dair kararı ben veririm” dedi. Siz de HDP olarak “Kendimizi de kentimizi de yöneteceğiz” diyorsunuz. Peki İstanbul için bu doğrultuda nasıl bir yerel yönetim projeniz var?
İlk defa Gezi pratiğinde hayata geçirilebilir bir durum olduğu görüldü. Biz bunu daha önce seçim sloganı olarak söyleseydik “ütopik şeyler söylüyor bunlar” der, gülüp geçerlerdi. Nitekim biz bunu 2011 genel seçimlerinde seçim manifestomuzda söyledik ve ütopik olmakla suçlandık. Oysa halkın buna hazır olduğu, halkın bu bilinçte olduğu sadece farkındalık yaratıldığı zaman gerisinin halkın ortak doğruyu bulma süreci olarak gelişeceğini Gezi pratiği bize gösterdi. Ne yapacağız? Gerçekten dönüp dolaşıp mesele o sınıfsal tercihlerde kendisini belli ediyor. Siz eğer kendinizi sermayenin ve markanın temsilcisi olarak görürseniz, ulaşımından tutun konut meselesine, barınma meselesine, sosyal toplumsal etkinliklerden tutun eğitim meselesine varana kadar her konuda kendi sınıfsal konumunuzun gerektirdiği tutumları alırsınız. Siz eğer kapitalist sistemin can suyundan besleniyorsanız, bu kenti daha fazla otomobille donatmaktan başka bir şeyi aklınıza bile getiremezsiniz. Siz eğer insanı toplumun merkezine koyamıyorsanız, insan söz konusu olduğunda diğer tüm şeylerin hükümsüz olduğunu düşünemezsiniz. Siz suyun alınabilir satılabilir bir meta olduğunu düşünüyorsanız, bu kentte sizden insani tınılar içeren hiçbir şey gelmez. Kazandığımız yönetimlerde hemen hayata geçirebileceğimiz ilk şeylerden biridir bu. İnsan müşteri değildir, kentli müşteri değildir. Su alınıp satılan meta değildir. Asgari insani ihtiyaç dahilinde olan her şey ücretsiz ya da maliyetine olmalı, belediyeler kar eden işletmeler olmamalıdır. Biz tüccar değiliz, biz sadece kendimizi kentle beraber yönetmek isteyen insanlarız. Bunlar seçildiğimizde birer haftalık periyodlarla gerçekleştirebileceğimiz şeyler. Bunu da bugün ütopik bulanlar olabilecektir ama dönüp o Gezi pratiğine tekrar bakmalarını öneriyorum. Herkes ihtiyacı olmayanı getirdi oraya, ihtiyacı olan şeyi de oradan aldı. İsteyince olabildiğini gördük.
‘Toplumun tartışmadığı, kararlaştırmadığı hiçbir konu belediyenin gündemi olmayacak’
* Demokratik özerklikten, toplumun kenti ve kendisini yönetmesinden söz ediyorsunuz. Toplum karar mekanizmalarına hangi kanallarla katılacak ve toplumun üzerine düşen ne olacak?
Sokaklardan başlayarak sokak, mahalle, semt, ilçe, il düzeyinde temsilciler meclisleri, kent konseyleri adına ne dersek diyelim, bu ve benzeri meclis yapılanmaları oluşturacağız ve bu tarzda var olan yapıları da işlevsel kılacağız. Yine sokaktan başlayarak bunu da bir çokluk ölçüsü almadan inanç cinsiyet, cins, gençlik temsiliyetine varana değin herkesin kendini ifade edebileceği alanlar bulabileceği yapılara dönüştüreceğiz. Çünkü çok olanın sesinin daha çok çıkması bu meclislerin bizim anladığımız anlamda aşağıdan yukarıya bir kent yönetimi inşa etmek anlamında eksiltecek bir girişimdir. O yüzden önce topluma bu bilinci kendi pratiğimizle sergileyeceğiz. Yani, “Sen bu semtte bir tek Alevi’ysen, bir tek Ermeni’ysen ya da toplumsal hayata katılmamış bir kadınsan sen benim sesim burada ne olacak kimin tarafından duyulacak ki’ demeyeceksin. İnsanlara bu güveni vereceğiz ve aşağıdan yukarıya temsiliyet böyle olacak. Dolayısıyla buralarda kararlaştırılmamış, tartışılmamış hiçbir konu belediye meclisinin, kent meclisinin gündemi olamayacak. Halk sorumluluk almış olacak ve bunun kıymetli bir şey olduğunu ve söylemde kalmadığını görecek. Üstelik burada siyasal farklılıkları da son derece ciddiye alan bir tutum içerisinde olacağız, olmalıyız. Yani bize oy vermemiş bir CHP’li, MHP’li, AKP’li bir yurttaşın bu siyasal kimliğinden bağımsız olarak kente ya da semte dair ne söylediği bizim için son derece saygıdeğer bir noktada duracaktır. Onu tartışacağız.
* Yani kentte demokrasi havası esecek diyorsunuz.
Kente demokrasi gelecek ve getirmeliyiz elbette.
‘İlk yüz gün demokrasiyi soluyacağız’
*HDP’nin İstanbul Büyükşehir yönetimine gelmesi durumunda kentin öncelikli hangi sorunlarına müdahale edeceksiniz? Eylem planınız ne olacak? ‘Şehir senin’ sloganı bu anlamda nasıl hayat bulacak?
İlk yüz günlük program yapıyoruz. Bunu gören “çok iddialı değil mi?” diyebilir. Bu kentte ulaşım ve sağlık sorunun çözülmesi ve yerel meclislerin oluşturulması meselesinde çok gözle görülür müdahalelerimiz olacak birincisi bu. İlk yüz günde bu kentte kent halkının nefes alma hakkına tecavüz eden bütün bina ve yapılaşmaların ve bunlardan doğan rantın tamamen kenti iyileştirmeye seferber edildiğini ve yıkımın mümkün olanların ve yine bu karar süreçlerinden geçenlerin süratle bu kentten temizlenmeye başladığını görecek insanlar. İlk yüz günde kente karşı suç işlemiş herkesin dosyalarıyla beraber hem halka hem mahkemelere şikayet edildiğini ve takipçisi olunduğunu görecek insanlar. İlk yüz günde bu kentte demokrasiyi solumaya başlayacağız, bunun da en bariz göstergesi bütün meydanlarımızın polis, valilik gibi saçma devlet mekanizmalarına girmeden halkın kendini ifade edebilecek kürsülerine dönüşecek. Bunu göreceğiz ve bunu hem büyükşehir ölçeğinde hem neredeyse her mahalle ölçeğinde bu tarz merkezler ve alanlar yarattığımızı görecekler. Bir ütopya değil bu başka yerlerde yaptık, bunun pratiğine sahibiz. Burada da yapacağız.
Çocukları ve yaşlıları birlikte saymayı sevmiyorum ama çocuklar, yaşlılar diyelim ve buna engellileri de katalım. Biz bunları kentten koruyoruz. Çocuğun sokağa çıkmasından doğal olarak ödümüz kopuyor. Çünkü çocuk kamusal alana adım attığı andan itibaren onu bekleyen yüz tane ölümcül tehlike var. Çocuklarımızı kentten korumayacağız artık çocuklar için güvenli semtler olacak. Trafiği ile oyun alanları ile eğitim alanları ile çocuklar artık 60 metrekarelik TOKİ konutlarına ya da hiçbir altyapısı götürülmemiş gece kondu semtlerine mahkum edilmeyecek. Toplumsal ihtiyaçların hepsini bulabilecekleri merkezleri olacak. Dolayısıyla kent senin dediğimizde çocuğun değilse kent bizim olmuyor. Yaşlının değilse kent bizim olmuyor. Engelliler için normal bir günlük yaşantısını idame ettirebilecek olanaklar yoksa kent bizim olmuyor.
Bir de “sen seçimden seçime oy verirsin ondan sonra seçtiklerin, üstelik çoğu seçtiklerinin kim olduğunu bilmezsin ve x partisinde 3, 5 kişinin karar verdiği insanlar bir dahaki seçime kadar görevi yürütürler” algısı var. Bu yerleşik bir algıya dönüştürülmüş. Bunu tuzla buz edeceğiz. İktidar öyle gizli saklı kuytudaki bir şey değil, bunun böyle olmadığını gördük. İktidar elimizi uzatsak hemen yakalayabileceğimiz bir şey, çünkü biziz, biz belirliyoruz. Encümenler ya da başkanların son derece sıradanlaştığı kentler yarattığımız gün bizim bu program hayata geçmiş olacak.
‘Sarıgül, Topbaş’ın alternatifi olabilir mi? Olsa olsa ikizi olabilir’
* İstanbul’un yönetimine talip diğer partilerin adayları hakkındaki görüşleriniz neler?
Rakiplerin hepsi birbirine benziyor. Sarıgül, Topbaş’ın alternatifi olabilir mi? Olsa olsa ikizi olabilir. Yorulmuşu gidecek, dinlenmişi gelecek. Daha hırslısı gelecek öyle mi? Biz buna izin vermeyiz. “CHP’yi paramparça edeceğiz” lafını siyasi olarak kullandım. Sen gideceksin MHP’li birisine, bizim bütün değerlerimize küfreden, Alevilere küfreden, Deniz Gezmiş’i çeteci ilan edeni, Yılmaz Güney’e katil diyen, Eşber Yağmurdereli’yi engeliyle aşağılayan bir adamı getireceksin bu ülkenin başkentinde aday göstereceksin. Biz bu siyasi anlayışı paramparça etmek ile mükellefiz. Biz bunu yapmazsak halkımıza karşı görevimizi yapmamış oluruz. Çünkü ben CHP derken, CHP’nin tabanını ve seçmenini ayırarak söyledim bunu. “Niye CHP’ye bu kadar yükleniyorsunuz?” deniliyor. Tam da böyle yapmak gerektiğini düşünüyorum. Bizim hitap ettiğimiz kesimlerin korkularını, kaygılarını istismar ederek kendilerini var ediyorlar, dolayısıyla bizim her fırsatta bunu teşhir etmemiz lazım. Öte yandan paçalarından samimiyetsizlik akıyor.
İktidar da bence artık Gezi ile birlikte yok hükmündedir. Gezi ile birlikte “İstanbul Belediyesi AKP’nindir” diyemeyiz artık. Ortada yok çünkü. Bu halka hesap vermesi gerekirdi. Bundan sonra sadece suç duyurusunda bizim muhatabımız olabilir.
‘Öcalan eş başkanlık sisteminin altını önemle çizdi’
* PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşüyorsunuz. Öcalan’ın belediye seçimlerine dönük önerileri var mıydı, önerileri varsa nelerdi?
Sayın Öcalan bu konuda detaylı değerlendirmelerde bulunmuyor. Ağırlıklı olarak çözüm sürecine yoğunlaşmış durumda. Bana da başarı diledi ve seçimlere genel başlıklar halinde yaklaşmayı tercih ediyor. Demokratik özerklik modelinin öneminden bahsetti. Bunun halka en iyi anlatılacağı süreçlerin seçim süreçleri olduğu noktasında durdu. Onun ötesinde en önemli altını çizdiği eş başkanlık meselesi oldu. Bu konuda da çok ısrarlı ve heyecanlı olduğunu söyleyebilirim.

7 Haziran 2012 Perşembe

Kalan Müzik'in 20'nci Yaşında Sırrı Süreyya Önder de Sahnede



Türkiye’nin çok dilli müzik hazinesini yayımladığı albümlerle gün yüzüne çıkartan Kalan Müzik, kuruluşunun 20. yılını, sanatçılarının katılımıyla gerçekleşen büyük konser organizasyonlarıyla kutlamaya devam ediyor. Yıl sonuna dek devam edecek etkinliklerin haziran ayı programının ilk konseri 8 Haziran’da. Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde düzenlenecek konserde Cengiz Özkan, Erkan Oğur & İsmail Hakkı Demircioğlu, Kardeş Türküler, Leman Sam, Mikail Aslan ve Kardeş Türküler sahne alacak. Gecenin konuk sanatçısı ise Olgun Şimşek. 9 Haziran’da, yine Harbiye Açıkhava’da gerçekleşecek ikinci konserde ise Ahmet Aslan, Cafe Aman İstanbul, Grup Yorum, İsmail Altunsaray, Şevval Sam ve Yaşar Kurt sahnede olacak. Bu konserin konuk ismi ise Sırrı Süreyya Önder olacak. Kalan 20. Yıl Konserleri’nin üçüncü ayağı ise 17 Haziran’da ‘Dereler Akar Gider’ başlığı altında gerçekleşecek. Konserin ağır topu, Karadeniz müziğini cazla buluşturan Fuat Saka ve The Shin olacak. Karadeniz genç sesleri Niyazi Koyuncu, Selçuk Balcı, Volkan Arslan, Karmate ve Marsis grupları da konserde sahne alacak. Konserin konuk sanatçıları ise Apolas Lermi, Koliva grubunun solisti İlhan Gülten ve Şevval Sam. Harbiye Açıkhava’da gerçekleşecek konserler saat 21.00’de başlayacak.

Radikal

Sırrı Süreyya Önder'den Darbe Komisyonu'na rest


Demirel'e sorulacak soruların sınırlandırmasına tepki gösteren BDP'li Önder, heyet listesinden ismini sildirdi.
ANKARA- 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ziyarete giderek tanıklıklarını dinlemeye hazırlanan TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nda, Demirel’e yöneltilecek sorular tartışma nedeni oldu. Komisyon yönetiminin “sorular önceden belirlensin ve sınırlandırılsın, soru üslubuna dikkat edilsin” önerisine karşı çıkan BDP’li üye Sırrı Süreyya Önder, “Herşeyi sorarım, gerekirse ‘yalan söylüyorsun’ derim” diye tepki gösterdi. Önder, Komisyon Başkanı AKP’li Nimet Baş’ın, “sorgulamaya gitmiyoruz” sözleri üzerine ismini listeden sildirdi.
Komisyonda bugün Demirel’i dinlemek için Güniz Sokak’ta bulunan evine yapılacak ziyaretin detayları konuşuldu. Baş, “Herkes aklına gelen soruları yöneltmesin, üslubumuza dikkat etmeliyiz” uyarısında bulundu. Baş’ın bu uyarısı na tepki gösteren BDP’li Sırrı Süreyya Önder, “Madem soruları önceden belirleyeceğiz, o zaman gitmeye ne gerek var. Soruları yazılı olarak gönderelim, o da yazılı olarak yanıtlasın. Burada darbeleri araştırıyoruz. Tarihi bir görev yapıyoruz. İsterse bir hafta, bir ay sürsün. Her soruyu sormalıyız. Ben herşeyi sorarım. Yanlış bir şeyi söylerse de bu böyle değil, yalan söylüyorsun derim” dedi. Bu sözlere Baş, “Biz yargılamaya, sorgulamaya gitmiyoruz” karşılığını verdi. Önder ise “Ben o zaman gitmem, ismimi çıkarın listeden” diyerek toplantıyı terketti.

20 soru sorulacak 
Toplantıda Demirel’e yöneltilmesi beklenen 40’a yakın soru 20’ye düşürüldü. Heyet, bugün saat 15.00’ta Demirel’den 1980 darbesi başta olmak üzere 71 muhtırası, 60 ihtilali ve 28 Şubat sürecine ilişkin bilgi alcak.
Komisyon ayrıca bir süre önce cezaevine giren Mehmet Ağar’ı da dinleyecek.

RADİKAL

5 Haziran 2012 Salı

Erzurum'daki Öğretmensiz Köy Okulu Üstüne Soru Önergesi



Erzurum'daki bir köy okulundaki öğretmen yokluğuna dair yazılı soru önergesi.
Aşağıdaki sorularımın Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını  saygılarımla arz ederim. 

Sırrı Süreyya Önder
İstanbul Milletvekili

Erzurum’un Çataksu köyünde 13 öğrencisi olan ilköğretim okulunda 15 gündür öğretim verilememektedir. Yalnızca bir öğretmenin eğitim verdiği sistem yeterince adaletsizken, öğretmenin izin almasıyla beraber dönem bir ay erken bitirilmiş durumdadır. Velilerin ilçe milli eğitim müdürlüğüne yaptığı başvuru ise “atanacak öğretmen yok” cevabıyla karşılık bulmuştur.

-          On binlerce öğretmenin atama benzer durumdaki köyler ve yerleşim yerlerindeki yine on binlerce öğrencinin öğretmen beklediği bu dönemde eğitimin böylesine aksamasında bakanlığınızın payı var mıdır?
-          İlgili öğretmenin yerine vekil bir öğretmen atamayı düşünüyor musunuz?
-          İlgili okuldaki eksik kalan derslerin telafisi mümkün olacak mıdır?
-          Bu köydeki öğrencilerin dönem sonuna kadar derslere dönmeleri mümkün olacak mıdır?
-          Köye önümüzdeki dönemden itibaren mevcut öğretmenin dışında başka öğretmenler atanması planlanmakta mıdır?

31 Mayıs 2012 Perşembe

"Egemenler taşan sermayesiyle savaşa girmek istiyor" - Yurtsuz.net Söyleşisi


Yurtsuz - Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku  genel seçimlerden sonra Halkların Demokratik Kongresi olarak çalışmalarına devam ediyor. Halkların Demokratik Kongresi nasıl çalışıyor, HDK bileşenleri kimler, toplumun çok alışık olmadığı bir oluşum olan HDK'nin nasıl bir işleyişi var. Yasal bir oluşum olmasına rağmen ‘KCK gitti, HDK geldi’ gibi basında haberler çıktı; nedir bu işin iç yüzü?
 
Sırrı Süreyya Önder - Her şeyden önce şunu söylemekte fayda var: ‘KCK gitti, HDK geldi’ cümlesini okurken öncelikle KCK’nin ne olduğunu düşünmekte fayda var. KCK’nin ne olduğunun ne kadar farkındayız? Bugün KCK iddianamesi olarak ortaya salınan metinlerin her biri ciddi anlamda hukuki birer harabe. Suçluyu seçip, suç uydurma çabasından ibaretler. Kürt halkının içinde bulunduğu tüm siyasi yapılanmalar bir şekilde terörize ediliyor.
 
“KCK gitti, HDK geldi,” haberine gelince; Habertürk’te yer alan bir habere bütün basının akbabalar gibi üşüşmesiyle başladı bu dalga. HDK gibi sosyalistleri, Kürtleri, radikalleri ve birçok grubu bir araya alan bir kongre girişiminin birilerini rahatsız etmesi doğal. Halkların Demokratik Kongresi, içerisinde birçok siyasetten üye barındıran çok büyük bir birliğin işareti. “KCK gitti, HDK geldi” haberi yapılmadan çok daha uzun zaman önce kurulmuş olması bile HDK’nin ucuz bir siyasetle hedef seçildiğinin göstergesi. HDK, Türkiye’nin batısındaki siyasetin, doğusundaki siyasetle hamaset ve duygusallık olmadan akıl yoluyla anlaşıp konuşabileceği bir alan. Halkların Demokratik Kongresi’nde bulunan tüm partiler ve gruplar aslında seçim öncesi netleşen blok ittifakının sürekliğini sağlıyorlar. HDK, örgütlü siyaset kadar, örgütlü akıl ve fikrin de ne kadar önemli olduğunun bir kanıtı. Türkiye’deki “gel benim çatım altında siyaset yap” mantığının yerine bambaşka bir mantık koyuyor. Üstelik bunu ara ara gerçekleşen forumlarla değil, sürekli ve organik bağlarla yapıyor.  Provoke edilmeye çalışılması bundan. HDK, Türkiye’deki yeni bir demokrasi pratiğinin adı olmuş durumda, baskıcı bir rejimi tamamen yerleştirmek isteyen iktidarın rahatsızlığını olağan buluyorum. Muhtemelen demokrasi gibi pek de haz etmedikleri bir şeyin gerçekleştiği alanlardan hoşlanmıyorlar.
 
Yurtsuz - HDK 1. Olağan Kongresini tamamladı. Sonuç bildirgesini yayımladı. Bundan sonraki süreç nasıl yürüyecek? Hangi konulara yoğunlaşacak?  Bununla bağlantılı bir soru da şu; sonuç bildirgesinde “mızrağın sivri ucunu AKP iktidarına yöneltme” gibi bir cümle var. HDK, kendi örgütlenmesini AKP’nin politikalarına muhalefet ekseninde mi yürütecek? Bu cümleden ne anlamalıyız?
 
Sırrı Süreyya Önder - AKP devletle iç içe, çünkü iktidar olmanın ayrıcalıklarından yararlanarak devleti yürütür konumda, bu yürütmeyi de kadrolarını bu işlevi görecek isimler olarak belirli pozisyonlara atayarak sürdürüyor. Dolayısıyla Kürt sorunu ve ulus devlet eksenli tüm diğer sorunlarda tıpkı sermaye-emek çelişkisinde olduğu üzere devletin tüm hastalıklarını hızla üstüne alıyor. Buna bağlı olarak HDK’nin AKP’yi muhatap alması, Uludere’nin gerçekleştiği bir ülkede fazlasıyla doğal, ortada bir niyetin bildirilmesi var aslen. ‘Biz bu iktidarla uğraşacağız’ demek ve bunu inatla söylemek, çünkü onlar HDK’yle uğraşacaklarını onu terör örgütü olarak yansıtarak açık biçimde belirttiler.
 
Yurtsuz - Yine HDK’ye yönelik kriminalize etme yönünde yazıları ve manşetleri görüyoruz. Bunu nasıl yorumlamalı?
 
Sırrı Süreyya Önder - Mevcut muhalefet pratiklerini göz önüne aldığınızda hem devletin hem hükümetin mantığının dibine işleyen zehri hedef alan yegane yapı HDK, siz olsanız hem ideolojik hem pratik bakımdan bu kadar ciddi potansiyel barındıran ve Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye solunun ve demokratlarının buluştuğu bir projeden tedirgin olmaz mıydınız? Umuyoruz ki daha da fazla rahatsız olacaklar.
 
Yurtsuz - Uludere Katliamının başlangıcında ABD’nin istihbaratı verdiği yönündeki haberi Genelkurmay yalanladı ama haberi yapanlar doğru olduğu hakkında ısrarlılar. Türkiye’de tartışma "verdi, vermedi" diye yürüyor. Bunun bir önemi var mı? Cumhurbaşkanı da Uludere Katliamı konusunda  “Genelkurmay Başkanlığı’na güvenmemiz gerektiğini” söyledi. Bu ne anlama geliyor?
 
Sırrı Süreyya Önder - Bu, iktidarların aynı ahırdan piste sürülen farklı atlar olduğu anlamına geliyor. Yıllardır bize devlet ve orduya güvenmemiz tembih edilmedi mi? İşte bugün de cevabı bizim yerimize veriyorlar; bakın diyorlar, “artık biz orduya benzedik ya da ordu bize benzedi, susun ve güvenin. kimseden hesap sormayın”, hele ki uzlaştıkları ordudan hiç sormayın!
 
Yurtsuz - Daha önceleri AKP’ye yönelik eleştirilere mesafeli duran -kendi tanımlarıyla söylersek, demokrat, sol veya liberal- kesimlerde eleştirel bir duruş başladı. Bu eleştiriler her geçen gün sertleşerek artıyor. AKP bu kesimlerin eleştirilerine neden bugün muhatap oluyor dersiniz? AKP, sizce geçmişten farklı ne yaptı da bu eleştirilerin dozu artıyor? Yine bu sorunun diğer yanı da şu ki; AKP’den ne umuyorlardı da umdukları olmadı, eleştiriye başladılar dersiniz?
 
Sırrı Süreyya Önder - İktidarın her türlüsü sorunludur; hele ki kapitalist evrende iktidar yalnızca mücadele edilecek bir organizmadır. Ezilenlerin karşısında duran, sınıfsal hassasiyeti olmayan bir yapıya görüntüde demokratlığı yüzünden bu kadar büyük kredi açmak çok büyük bir hata oldu; AKP için şu kavram kullanılıyor sık sık bu çevrelerde: Muhafazakâr demokrat. Diyorlar ki şeklen demokratlığın tanımıdır bu. Şeklen demokrat olanlarla şeklen mi tartışacağız? Kemalizmi en çok bu şekilci ve özde otoriter yapısından ötürü eleştirmiyor muyuz?
 
Yurtsuz - AKP hükümeti Suriye'ye müdahale sinyali veriyor. Gerek Başbakan, gerekse Dışişleri Bakanı'nın yaptığı açıklamalarda Suriye'de yaşanan olaylara sessiz kalınamayacağı, müdahil olmanın bir tercih değil zorunluluk olduğu gibi söylemlerde bulunuluyor. Siz bir müdahaleye, askeri operasyona ihtimal veriyor musunuz?
 
Sırrı Süreyya Önder -Askeri bir müdahillik yahut stratejik bir müdahillik. Türkiye’nin ve tabii ki AKP hükümetinin sermayenin de baskısıyla Suriye’de “çatışma sonrası dönem”de var olma çabası var. Bu müdahillik meselesinin askeri yanı kadar siyasi yanını da tartışmak gerekir. Türkiye bugün, taşan sermayesiyle savaşa girmek istiyor olabilir. Bu eşyanın doğasında var olan bir şeydir. Bir ülkenin savaşa girmesi, girmek istemesi yatırımcıların ve ülkenin ekonomik gidişatının temel aktörlerinin isteklerinden bağımsız değildir. AKP’nin kapitalizme “daha iyi” hizmet etmek adına Suriye’ye müdahil olmak istemesinde şaşılacak bir şey yok. Kapitalist ulus devletler savaşla sermayelerini de prestijlerini de büyütmek isteyebilirler; ancak şunu da unutmamalı ki AKP ve Davutoğlu dış politikadaki siyaseten müdahil çizgisini Mısır ve Tunus dahil her yerde göstermeye çalıştı. Asker kartının oynanması ise karşı karşıya gelinen aktörün muhaliflere karşı gücünün fazlalığından kaynaklanıyor olsa gerek. Üstelik Türkiye bu kartı bir kez açtıktan sonra geri çekilemez. Politik ya da askeri; müdahillik zaten başlamıştır, bugün yapılması gereken “savaşa hayır” diyerek bu müdahilliğin askeri boyutunu engellemek, politik ve finansal yanlarını da afişe etmek olmalı. Üstelik bu savaşın bir de mezhep savaşını kaşıyacağı düşünüldüğünde ortaya çıkacak durumun faturasını tahmin bile etmek güç. Bu faturayı ezilenlerin ödeyeceğiyse aşikar.
 
Yurtsuz - Irak savaşına girmemiz için ABD büyük uğraşlarda bulundu. Fakat şimdi içinde bulunduğumuz süreçte ABD böyle büyük gayretler göstermiyor gibi. AKP iktidarının bu kadar yoğun müdahale sinyali vermesi ABD'nin de işini kolaylaştırdı gibi. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu süreci?
 
Sırrı Süreyya Önder -Obama doğal olarak seçimler öncesinde bir savaşa girmek konusunda mütereddittir. Ancak savaşın ABD sermayesine yarayacağı düşünüldüğünde sermaye taşeronu olarak bir NATO ülkesini düşünüyor olabilirler elbette. Oranın da bir siyasi takvimi var. Dahası ABD’nin Irak’ta, Afganistan’da yaşadıkları, yaşayageldikleri göz önüne alındığında, ulusötesi sermayenin kendine taşeron olarak Türk devletini bulmasında şaşılacak bir şey yok.
 
Yurtsuz - Olası bir Suriye müdahalesinin Türkiye halklarına, Türkiye'deki politik  ve ekonomik sürece etkisi, yansıması nasıl olur? Olası bir müdahalede Türkiye halklarını neler bekliyor?
 
Sırrı Süreyya Önder -Bu tip bir savaşın halkların işine yaradığını ne zaman gördük? Türkiye’nin müdahilliği sonucu ortaya çıkacak savaş, bana Körfez Savaşı’na ilişkin Jean Baudrillard’ın söylediklerini anımsatıyor. “Körfez savaşı aslında yaşanmadı” demişti o, ancak Suriye Savaşı yaşanırsa bu herkesin evinde yaşanacak. Sokakta yaşanacak. Her aile “askere giden çocuğu” için endişelenmeye başlayacak. İnsanların dindar, Türk, Kürt, Sünni, Alevi olmaları artık fark yaratmayacak. Olacak olan şey savaş ve savaşı sermaye istiyor. Emekçi halk kitlelerinin böyle bir savaştan, öğretilmiş ulusal duygular haricinde nasıl bir çıkarı olabilir? Bayraklara sarılı tabutlardan sevinç gösterileri mi yaratacağız? Yalancı gözyaşları döken siyasetçilerin zafer çığlıkları hariç kimse “iyi” şeyler söyleyemeyecek. Türkiye’de “savaş karşıtı” bir bakış açısı keskinleşmezse bu savaş ölüm dışında bir şey getirmeyecek.
 
Yurtsuz - Irak savaşı başlamadan önce ve Türkiye'nin Irak'a asker gönderip göndermemesi tartışılırken ülkede diri duran, güçlü duran, her an sokakta farklı ideolojilerden ama savaşa karşı bir arada durmayı başarabilen bir savaş karşıtı muhalefet vardı. 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM'de oylandığı saatlerde savaş karşıtı muhalefet 100 binler ile Ankara sokaklarını doldurmuştu ve tezkere geçmeyince savaş karşıtlarının zaferi olarak yorumlanmıştı. Şimdi baktığımızda ise böyle aman aman  bir savaş karşıtı muhalefetten söz edemiyoruz. Ne oldu bu muhalefete ve şimdi ne yapmalıyız?
 
Sırrı Süreyya Önder -Ne yapmalı sorusunun cevabı her şeyden önce örgütlü siyasetle verilir; ancak Türkiye’de örgütlü siyaset hükümetçe sürekli terörize ediliyor. Barış Günü'nde halkın tepesine bomba yağdırılan bir ülkeden bahsediyoruz. Uludere’nin yaşandığı gün Taksim’deki protestoda yüzlerce polis maskelerini takıp kitleye saldırmaya hazır konumda bekliyordu. ‘Barış’ diyebilmek için tutuklanmayı göze almanız gerekiyor. Birilerinin bu konuda öncülük etmesi gerekiyor. Barış diyen herkesi gözaltına alıyorlar, katiller bulunsun diyen herkesi tutukluyorlar. Türkiye’de savaş karşıtı harekete yönelim emin olun ki bu yeni İçişleri Bakanı’nın perspektifi de göz önüne alınınca bir “cadı avı”na dönüşecek, neredeyse “savaşa hayır” diyenler vatan hainliğinden yargılanacaklardır. Türkiye’nin yeni konsepti budur. Başbakan sık sık tek parti dönemi CHP’sine atıflarda bulunuyor; ancak bakanlarının tek parti dönemi uygulamalarını bire bir işlettiğini, kaldırdığını söylediği DGM’lerin ruhunun post-İstiklal Mahkemeleri olarak özel yetkili mahkemelerde yaşadığını bilmiyor. Biz insanlara örgütlü bir  şekilde fikirlerinin arkasında durmayı tembihlemek zorundayız. Savaşa hayır söylemi hem antikapitalist bir duruşun, hem de insani, kana hayır diyen bir bakış açısının gereğidir.
 
Yurtsuz - Gazete ve televizyonlarda yapılan haberler, yazılan makaleler hep sanki ağız birliği etmişçesine Suriye'ye müdahaleye çağrı yapar ve destekler nitelikte. Medya dünden razı gibi duruyor. 
 
Sırrı Süreyya Önder -Medya savaş için apoletlerini erkenden taktı. “Embedded Journalism” (İliştirilmiş gazetecilik) denen şey illa ki asker güvencesinde, işgalci güvencesinde haber yapmak değildir. Böyle müdahillik meselelerinde iktidarın düşünce ve eğilimlerine içkin bir yöntem sergileyerek de “embedded gazeteci” sıfatını hak edebilirsiniz. Medyanın böyle bir müdahilliğe razı olmasının ardında Türkiye’deki medya-sermaye-iktidar yapısı yer alıyor. Böylesine bir organik ilişkiler ağı söz konusu. Türkiye’deki büyük iş adamlarına bakın. Bir kısmının NATO ile iş yaptığını göreceksiniz. Savaş bir endüstridir ve işlemek için Erdoğan gibi heyecanlı figürlere ihtiyaç duyar. Medya da bu işin kızıştırıcısı oluyor işte…
 
Yurtsuz - Türkiye'de hukuk dışı açılan ve süren davalar, soruşturmalar, gözaltılar varken,  KCK davasından tutuklu binlerce legal siyasetçi, yüzlerce öğrenci, yüze yakın gazeteci bulunurken, ayrıca bu tutuklulukların 12 Eylül döneminde olduğu gibi uzun süreli hale gelmesi yaşanırken, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını 'zafer' olarak görmek ya da böyle göstermeye çalışmak bir zaaf, bir eksiklik değil mi? Ya da nedir? 
 
Sırrı Süreyya Önder -12 Eylül darbecilerinin yargılanması “darbenin yargılanması” anlamına geliyor mu diye sormak lazım. Örneğin o gün darbeyi hıncahınç savunan Nazlı Ilıcak gibi yazarların bugün kalkıp da özel yetkili mahkemelerin sağ kolu gibi davranmaları yetmezmiş gibi bunu “olumlu bir adım” olarak görmeleri gülünç değil de ne? 12 Eylül’de İslami kanattan da, Kemalist kanattan da askere ciddi anlamda kol kanat geren, kucak açan büyük bir kesim var. 12 Eylül’ün en büyük destekçisi de o dönemin büyük olsun, orta olsun sermaye oluşumları. Bu oluşumların her biri elbette sendikaları yok eden, örgütlü siyaseti lağveden darbeden memnundular. Hatta darbe öncesinde ve sonrasında sol karşıtı propagandanın hem sermayesini, hem emekçiliğini yaptılar.
 
Uluslararası güç ve sermaye tarafından desteklenen bu darbeyi yargılamak için işin içine medya ve sermaye ayaklarını da katmak şart. İşkencecilerin, muhbirlerin, yazarların, siyasetçilerin tamamının böylesine sağdan yazılmış bir iddianameyle yargılanması çok güç. Sadece Terzi Fikri’nin ortaya koyduğu yönetimin iddianamede nasıl yer aldığına bakmak bile sol açısından iddianamenin hangi zihniyetle kaleme alındığını anlamak için yeterli.
 
Yurtsuz - Teşekkür ederiz.
 
Sırrı Süreyya Önder -Ben teşekkür ederim.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Garo Paylan'a Canlı Yayında Tehdit Üstüne Soru Önergesi

Sırrı Süreyya Önder tarafından Türk Tarih Kurumu'nu sorumluluğunda tutan Bülent Arınç'a yöneltilen yazılı soru önergesinin içeriği şöyledir: 



Aşağıdaki sorularımın Bülent Arınç tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 
Sırrı Süreyya Önder
İstanbul Milletvekili 

1915 Ermeni Soykırımı'nın 97. yıldönümü nedeniyle 25 Nisan Perşembe Gecesi CNNTürk'te yayınlanan "Tarafsız Bölge"de Ermeni okulları yöneticisi Garo Paylan, hukukçu-yazar Orhan Kemal Cengiz, Türk Tarih Kurumu (TTK) Ermeni Masası Başkanı Prof. Dr. Kemal Çiçek, "Ermeni Sorunu'nu Anlamak, Önyargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak" kitabının yazarı ve eski milletvekili Uluç Gürkan ile Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Aygün Attar Ermeni meselesini tartışmak için bir araya gelmişlerdi.

Türk Tarih Kurumu isimli tarafınıza bağlı olan enstitü adına, Ermeni Soykırımı üzerine bilimsel görüşleri ifade etmek için orada bulunan Prof Dr. Kemal Çiçek programa katılan Garo Paylan’a “Sonunuz California’da biter” demiş, üstüne de “Hrant Dink’i Taşnaklar öldürdü” iddiasında bulunmuştur.

1)    Prof. Dr. Kemal Çiçek hakkında kullandığı söylem gerekçesiyle herhangi bir soruşturma başlatılmış mıdır?
2)    Prof . Dr. Kemal Çiçek adına kamuoyunda temsil ettiği kurumun itibarını zedelediği gerekçesiyle herhangi bir soruşturma açılacak mıdır?
3)    Türkiye’nin ve coğrafyasının tarihini araştırmakla yükümlü Türk Tarih Kurumu, Prof. Dr. Kemal Çiçek’in ideolojik görüşlerini ve dışlayıcı perspektifini paylaşmakta mıdır?
4)    Bir bilim kurumunun, hele ki soykırım gibi fazlasıyla bıçaksırtı bir konuyu araştıran bölümünün başındaki birinin bu tür söylemleri ülkenin itibarını zedelemez mi?
5)    Türk Tarih Kurumu var olan devlet söylemini güçlendirmekle mi yoksa bilimsel verileri toparlayıp ortaya sonuçlar koymakla mı mükelleftir?
6)    Hrant Dink’In Taşnaklar tarafından öldürüldüğüne dair elinizde bir bilgi  var mıdır? Türkiye topraklarındaki Ermeniler’in soykırımdan bu yana yaşadığı travmaları böylesine komplo teorileriyle çözümlemek mümkün müdür? 
7)    Prof. Dr. Kemal Çiçek’in görevden alınması gündemde midir?
8)    Prof. Dr. Kemal Çiçek’in Ermeni Sorunu üzerinde görevlendirilmesi konusundaki atamayı yapan kimdir? Kendisinin görevlendirilmesinin özel bir sebebi var mıdır?

20 Mayıs 2012 Pazar

Sırrı Süreyya Önder'in LGBT Hakları Üstüne Sözleri

NTV'de Oğuz Haksever'in yeni anayasa ile ilgili sorularını yanıtlayan BDPli Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, yeni anayasanın etnik köken ve cinsel yönelim konularında eşit olması gerektiğini söyledi.
Yeni anayasayı hazırlayacak olan komisyon üyelerinin de etnik köken ve cinsel yönelim konularında eşitliği sağlayacak bir anayasa hazırlama konusunda söz vermiş olduğunu belirten Önder, 1980 Anayasası'nın da eşitliği sağlayacak olan maddelere sahip olduğunu ancak uygulama ve yargıda hala sıkıntılar yaşandığını söyledi.

EŞCİNSEL YURTTAŞLARA SADECE SEKS İŞÇLİĞİ ALANI AÇIK

Cinsel yönelimi farklı olan vatandaşlarımızın bu tercihleri nedeniyle cinayete kurban gittiklerini ve dışlandıklarını anlatana BDP'li Önder, 'Eşcinsel vatandaşlarımıza sadece seks işçiliği alanı açık bırakılmış. Kolluk kuvvetlerinin gözünde direkt doğal sanık konumuna düşüyorlar.' dedi.

MUHAFAZAKAR OLMAK HAKLARI SAVUNMAYA MANİ DEĞİL

AK Partili komisyon üyelerinin de bu konuda hakkaniyetli davranması gerektiğine dikkat çeken Sırrı Süreyya Önder, 'Muhafazakar olmak eşcinsellerin haklarını savunmaya mani değil. Bu konularda AİHM'de sabıkamız zaten boyumuzu aşmış. Ben bunu savunursam bu tercihi de savunmuş olurum diye korkmamak lazım.' şeklinde konuştu.