31 Mayıs 2012 Perşembe

"Egemenler taşan sermayesiyle savaşa girmek istiyor" - Yurtsuz.net Söyleşisi


Yurtsuz - Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku  genel seçimlerden sonra Halkların Demokratik Kongresi olarak çalışmalarına devam ediyor. Halkların Demokratik Kongresi nasıl çalışıyor, HDK bileşenleri kimler, toplumun çok alışık olmadığı bir oluşum olan HDK'nin nasıl bir işleyişi var. Yasal bir oluşum olmasına rağmen ‘KCK gitti, HDK geldi’ gibi basında haberler çıktı; nedir bu işin iç yüzü?
 
Sırrı Süreyya Önder - Her şeyden önce şunu söylemekte fayda var: ‘KCK gitti, HDK geldi’ cümlesini okurken öncelikle KCK’nin ne olduğunu düşünmekte fayda var. KCK’nin ne olduğunun ne kadar farkındayız? Bugün KCK iddianamesi olarak ortaya salınan metinlerin her biri ciddi anlamda hukuki birer harabe. Suçluyu seçip, suç uydurma çabasından ibaretler. Kürt halkının içinde bulunduğu tüm siyasi yapılanmalar bir şekilde terörize ediliyor.
 
“KCK gitti, HDK geldi,” haberine gelince; Habertürk’te yer alan bir habere bütün basının akbabalar gibi üşüşmesiyle başladı bu dalga. HDK gibi sosyalistleri, Kürtleri, radikalleri ve birçok grubu bir araya alan bir kongre girişiminin birilerini rahatsız etmesi doğal. Halkların Demokratik Kongresi, içerisinde birçok siyasetten üye barındıran çok büyük bir birliğin işareti. “KCK gitti, HDK geldi” haberi yapılmadan çok daha uzun zaman önce kurulmuş olması bile HDK’nin ucuz bir siyasetle hedef seçildiğinin göstergesi. HDK, Türkiye’nin batısındaki siyasetin, doğusundaki siyasetle hamaset ve duygusallık olmadan akıl yoluyla anlaşıp konuşabileceği bir alan. Halkların Demokratik Kongresi’nde bulunan tüm partiler ve gruplar aslında seçim öncesi netleşen blok ittifakının sürekliğini sağlıyorlar. HDK, örgütlü siyaset kadar, örgütlü akıl ve fikrin de ne kadar önemli olduğunun bir kanıtı. Türkiye’deki “gel benim çatım altında siyaset yap” mantığının yerine bambaşka bir mantık koyuyor. Üstelik bunu ara ara gerçekleşen forumlarla değil, sürekli ve organik bağlarla yapıyor.  Provoke edilmeye çalışılması bundan. HDK, Türkiye’deki yeni bir demokrasi pratiğinin adı olmuş durumda, baskıcı bir rejimi tamamen yerleştirmek isteyen iktidarın rahatsızlığını olağan buluyorum. Muhtemelen demokrasi gibi pek de haz etmedikleri bir şeyin gerçekleştiği alanlardan hoşlanmıyorlar.
 
Yurtsuz - HDK 1. Olağan Kongresini tamamladı. Sonuç bildirgesini yayımladı. Bundan sonraki süreç nasıl yürüyecek? Hangi konulara yoğunlaşacak?  Bununla bağlantılı bir soru da şu; sonuç bildirgesinde “mızrağın sivri ucunu AKP iktidarına yöneltme” gibi bir cümle var. HDK, kendi örgütlenmesini AKP’nin politikalarına muhalefet ekseninde mi yürütecek? Bu cümleden ne anlamalıyız?
 
Sırrı Süreyya Önder - AKP devletle iç içe, çünkü iktidar olmanın ayrıcalıklarından yararlanarak devleti yürütür konumda, bu yürütmeyi de kadrolarını bu işlevi görecek isimler olarak belirli pozisyonlara atayarak sürdürüyor. Dolayısıyla Kürt sorunu ve ulus devlet eksenli tüm diğer sorunlarda tıpkı sermaye-emek çelişkisinde olduğu üzere devletin tüm hastalıklarını hızla üstüne alıyor. Buna bağlı olarak HDK’nin AKP’yi muhatap alması, Uludere’nin gerçekleştiği bir ülkede fazlasıyla doğal, ortada bir niyetin bildirilmesi var aslen. ‘Biz bu iktidarla uğraşacağız’ demek ve bunu inatla söylemek, çünkü onlar HDK’yle uğraşacaklarını onu terör örgütü olarak yansıtarak açık biçimde belirttiler.
 
Yurtsuz - Yine HDK’ye yönelik kriminalize etme yönünde yazıları ve manşetleri görüyoruz. Bunu nasıl yorumlamalı?
 
Sırrı Süreyya Önder - Mevcut muhalefet pratiklerini göz önüne aldığınızda hem devletin hem hükümetin mantığının dibine işleyen zehri hedef alan yegane yapı HDK, siz olsanız hem ideolojik hem pratik bakımdan bu kadar ciddi potansiyel barındıran ve Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye solunun ve demokratlarının buluştuğu bir projeden tedirgin olmaz mıydınız? Umuyoruz ki daha da fazla rahatsız olacaklar.
 
Yurtsuz - Uludere Katliamının başlangıcında ABD’nin istihbaratı verdiği yönündeki haberi Genelkurmay yalanladı ama haberi yapanlar doğru olduğu hakkında ısrarlılar. Türkiye’de tartışma "verdi, vermedi" diye yürüyor. Bunun bir önemi var mı? Cumhurbaşkanı da Uludere Katliamı konusunda  “Genelkurmay Başkanlığı’na güvenmemiz gerektiğini” söyledi. Bu ne anlama geliyor?
 
Sırrı Süreyya Önder - Bu, iktidarların aynı ahırdan piste sürülen farklı atlar olduğu anlamına geliyor. Yıllardır bize devlet ve orduya güvenmemiz tembih edilmedi mi? İşte bugün de cevabı bizim yerimize veriyorlar; bakın diyorlar, “artık biz orduya benzedik ya da ordu bize benzedi, susun ve güvenin. kimseden hesap sormayın”, hele ki uzlaştıkları ordudan hiç sormayın!
 
Yurtsuz - Daha önceleri AKP’ye yönelik eleştirilere mesafeli duran -kendi tanımlarıyla söylersek, demokrat, sol veya liberal- kesimlerde eleştirel bir duruş başladı. Bu eleştiriler her geçen gün sertleşerek artıyor. AKP bu kesimlerin eleştirilerine neden bugün muhatap oluyor dersiniz? AKP, sizce geçmişten farklı ne yaptı da bu eleştirilerin dozu artıyor? Yine bu sorunun diğer yanı da şu ki; AKP’den ne umuyorlardı da umdukları olmadı, eleştiriye başladılar dersiniz?
 
Sırrı Süreyya Önder - İktidarın her türlüsü sorunludur; hele ki kapitalist evrende iktidar yalnızca mücadele edilecek bir organizmadır. Ezilenlerin karşısında duran, sınıfsal hassasiyeti olmayan bir yapıya görüntüde demokratlığı yüzünden bu kadar büyük kredi açmak çok büyük bir hata oldu; AKP için şu kavram kullanılıyor sık sık bu çevrelerde: Muhafazakâr demokrat. Diyorlar ki şeklen demokratlığın tanımıdır bu. Şeklen demokrat olanlarla şeklen mi tartışacağız? Kemalizmi en çok bu şekilci ve özde otoriter yapısından ötürü eleştirmiyor muyuz?
 
Yurtsuz - AKP hükümeti Suriye'ye müdahale sinyali veriyor. Gerek Başbakan, gerekse Dışişleri Bakanı'nın yaptığı açıklamalarda Suriye'de yaşanan olaylara sessiz kalınamayacağı, müdahil olmanın bir tercih değil zorunluluk olduğu gibi söylemlerde bulunuluyor. Siz bir müdahaleye, askeri operasyona ihtimal veriyor musunuz?
 
Sırrı Süreyya Önder -Askeri bir müdahillik yahut stratejik bir müdahillik. Türkiye’nin ve tabii ki AKP hükümetinin sermayenin de baskısıyla Suriye’de “çatışma sonrası dönem”de var olma çabası var. Bu müdahillik meselesinin askeri yanı kadar siyasi yanını da tartışmak gerekir. Türkiye bugün, taşan sermayesiyle savaşa girmek istiyor olabilir. Bu eşyanın doğasında var olan bir şeydir. Bir ülkenin savaşa girmesi, girmek istemesi yatırımcıların ve ülkenin ekonomik gidişatının temel aktörlerinin isteklerinden bağımsız değildir. AKP’nin kapitalizme “daha iyi” hizmet etmek adına Suriye’ye müdahil olmak istemesinde şaşılacak bir şey yok. Kapitalist ulus devletler savaşla sermayelerini de prestijlerini de büyütmek isteyebilirler; ancak şunu da unutmamalı ki AKP ve Davutoğlu dış politikadaki siyaseten müdahil çizgisini Mısır ve Tunus dahil her yerde göstermeye çalıştı. Asker kartının oynanması ise karşı karşıya gelinen aktörün muhaliflere karşı gücünün fazlalığından kaynaklanıyor olsa gerek. Üstelik Türkiye bu kartı bir kez açtıktan sonra geri çekilemez. Politik ya da askeri; müdahillik zaten başlamıştır, bugün yapılması gereken “savaşa hayır” diyerek bu müdahilliğin askeri boyutunu engellemek, politik ve finansal yanlarını da afişe etmek olmalı. Üstelik bu savaşın bir de mezhep savaşını kaşıyacağı düşünüldüğünde ortaya çıkacak durumun faturasını tahmin bile etmek güç. Bu faturayı ezilenlerin ödeyeceğiyse aşikar.
 
Yurtsuz - Irak savaşına girmemiz için ABD büyük uğraşlarda bulundu. Fakat şimdi içinde bulunduğumuz süreçte ABD böyle büyük gayretler göstermiyor gibi. AKP iktidarının bu kadar yoğun müdahale sinyali vermesi ABD'nin de işini kolaylaştırdı gibi. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu süreci?
 
Sırrı Süreyya Önder -Obama doğal olarak seçimler öncesinde bir savaşa girmek konusunda mütereddittir. Ancak savaşın ABD sermayesine yarayacağı düşünüldüğünde sermaye taşeronu olarak bir NATO ülkesini düşünüyor olabilirler elbette. Oranın da bir siyasi takvimi var. Dahası ABD’nin Irak’ta, Afganistan’da yaşadıkları, yaşayageldikleri göz önüne alındığında, ulusötesi sermayenin kendine taşeron olarak Türk devletini bulmasında şaşılacak bir şey yok.
 
Yurtsuz - Olası bir Suriye müdahalesinin Türkiye halklarına, Türkiye'deki politik  ve ekonomik sürece etkisi, yansıması nasıl olur? Olası bir müdahalede Türkiye halklarını neler bekliyor?
 
Sırrı Süreyya Önder -Bu tip bir savaşın halkların işine yaradığını ne zaman gördük? Türkiye’nin müdahilliği sonucu ortaya çıkacak savaş, bana Körfez Savaşı’na ilişkin Jean Baudrillard’ın söylediklerini anımsatıyor. “Körfez savaşı aslında yaşanmadı” demişti o, ancak Suriye Savaşı yaşanırsa bu herkesin evinde yaşanacak. Sokakta yaşanacak. Her aile “askere giden çocuğu” için endişelenmeye başlayacak. İnsanların dindar, Türk, Kürt, Sünni, Alevi olmaları artık fark yaratmayacak. Olacak olan şey savaş ve savaşı sermaye istiyor. Emekçi halk kitlelerinin böyle bir savaştan, öğretilmiş ulusal duygular haricinde nasıl bir çıkarı olabilir? Bayraklara sarılı tabutlardan sevinç gösterileri mi yaratacağız? Yalancı gözyaşları döken siyasetçilerin zafer çığlıkları hariç kimse “iyi” şeyler söyleyemeyecek. Türkiye’de “savaş karşıtı” bir bakış açısı keskinleşmezse bu savaş ölüm dışında bir şey getirmeyecek.
 
Yurtsuz - Irak savaşı başlamadan önce ve Türkiye'nin Irak'a asker gönderip göndermemesi tartışılırken ülkede diri duran, güçlü duran, her an sokakta farklı ideolojilerden ama savaşa karşı bir arada durmayı başarabilen bir savaş karşıtı muhalefet vardı. 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM'de oylandığı saatlerde savaş karşıtı muhalefet 100 binler ile Ankara sokaklarını doldurmuştu ve tezkere geçmeyince savaş karşıtlarının zaferi olarak yorumlanmıştı. Şimdi baktığımızda ise böyle aman aman  bir savaş karşıtı muhalefetten söz edemiyoruz. Ne oldu bu muhalefete ve şimdi ne yapmalıyız?
 
Sırrı Süreyya Önder -Ne yapmalı sorusunun cevabı her şeyden önce örgütlü siyasetle verilir; ancak Türkiye’de örgütlü siyaset hükümetçe sürekli terörize ediliyor. Barış Günü'nde halkın tepesine bomba yağdırılan bir ülkeden bahsediyoruz. Uludere’nin yaşandığı gün Taksim’deki protestoda yüzlerce polis maskelerini takıp kitleye saldırmaya hazır konumda bekliyordu. ‘Barış’ diyebilmek için tutuklanmayı göze almanız gerekiyor. Birilerinin bu konuda öncülük etmesi gerekiyor. Barış diyen herkesi gözaltına alıyorlar, katiller bulunsun diyen herkesi tutukluyorlar. Türkiye’de savaş karşıtı harekete yönelim emin olun ki bu yeni İçişleri Bakanı’nın perspektifi de göz önüne alınınca bir “cadı avı”na dönüşecek, neredeyse “savaşa hayır” diyenler vatan hainliğinden yargılanacaklardır. Türkiye’nin yeni konsepti budur. Başbakan sık sık tek parti dönemi CHP’sine atıflarda bulunuyor; ancak bakanlarının tek parti dönemi uygulamalarını bire bir işlettiğini, kaldırdığını söylediği DGM’lerin ruhunun post-İstiklal Mahkemeleri olarak özel yetkili mahkemelerde yaşadığını bilmiyor. Biz insanlara örgütlü bir  şekilde fikirlerinin arkasında durmayı tembihlemek zorundayız. Savaşa hayır söylemi hem antikapitalist bir duruşun, hem de insani, kana hayır diyen bir bakış açısının gereğidir.
 
Yurtsuz - Gazete ve televizyonlarda yapılan haberler, yazılan makaleler hep sanki ağız birliği etmişçesine Suriye'ye müdahaleye çağrı yapar ve destekler nitelikte. Medya dünden razı gibi duruyor. 
 
Sırrı Süreyya Önder -Medya savaş için apoletlerini erkenden taktı. “Embedded Journalism” (İliştirilmiş gazetecilik) denen şey illa ki asker güvencesinde, işgalci güvencesinde haber yapmak değildir. Böyle müdahillik meselelerinde iktidarın düşünce ve eğilimlerine içkin bir yöntem sergileyerek de “embedded gazeteci” sıfatını hak edebilirsiniz. Medyanın böyle bir müdahilliğe razı olmasının ardında Türkiye’deki medya-sermaye-iktidar yapısı yer alıyor. Böylesine bir organik ilişkiler ağı söz konusu. Türkiye’deki büyük iş adamlarına bakın. Bir kısmının NATO ile iş yaptığını göreceksiniz. Savaş bir endüstridir ve işlemek için Erdoğan gibi heyecanlı figürlere ihtiyaç duyar. Medya da bu işin kızıştırıcısı oluyor işte…
 
Yurtsuz - Türkiye'de hukuk dışı açılan ve süren davalar, soruşturmalar, gözaltılar varken,  KCK davasından tutuklu binlerce legal siyasetçi, yüzlerce öğrenci, yüze yakın gazeteci bulunurken, ayrıca bu tutuklulukların 12 Eylül döneminde olduğu gibi uzun süreli hale gelmesi yaşanırken, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını 'zafer' olarak görmek ya da böyle göstermeye çalışmak bir zaaf, bir eksiklik değil mi? Ya da nedir? 
 
Sırrı Süreyya Önder -12 Eylül darbecilerinin yargılanması “darbenin yargılanması” anlamına geliyor mu diye sormak lazım. Örneğin o gün darbeyi hıncahınç savunan Nazlı Ilıcak gibi yazarların bugün kalkıp da özel yetkili mahkemelerin sağ kolu gibi davranmaları yetmezmiş gibi bunu “olumlu bir adım” olarak görmeleri gülünç değil de ne? 12 Eylül’de İslami kanattan da, Kemalist kanattan da askere ciddi anlamda kol kanat geren, kucak açan büyük bir kesim var. 12 Eylül’ün en büyük destekçisi de o dönemin büyük olsun, orta olsun sermaye oluşumları. Bu oluşumların her biri elbette sendikaları yok eden, örgütlü siyaseti lağveden darbeden memnundular. Hatta darbe öncesinde ve sonrasında sol karşıtı propagandanın hem sermayesini, hem emekçiliğini yaptılar.
 
Uluslararası güç ve sermaye tarafından desteklenen bu darbeyi yargılamak için işin içine medya ve sermaye ayaklarını da katmak şart. İşkencecilerin, muhbirlerin, yazarların, siyasetçilerin tamamının böylesine sağdan yazılmış bir iddianameyle yargılanması çok güç. Sadece Terzi Fikri’nin ortaya koyduğu yönetimin iddianamede nasıl yer aldığına bakmak bile sol açısından iddianamenin hangi zihniyetle kaleme alındığını anlamak için yeterli.
 
Yurtsuz - Teşekkür ederiz.
 
Sırrı Süreyya Önder -Ben teşekkür ederim.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Garo Paylan'a Canlı Yayında Tehdit Üstüne Soru Önergesi

Sırrı Süreyya Önder tarafından Türk Tarih Kurumu'nu sorumluluğunda tutan Bülent Arınç'a yöneltilen yazılı soru önergesinin içeriği şöyledir: 



Aşağıdaki sorularımın Bülent Arınç tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 
Sırrı Süreyya Önder
İstanbul Milletvekili 

1915 Ermeni Soykırımı'nın 97. yıldönümü nedeniyle 25 Nisan Perşembe Gecesi CNNTürk'te yayınlanan "Tarafsız Bölge"de Ermeni okulları yöneticisi Garo Paylan, hukukçu-yazar Orhan Kemal Cengiz, Türk Tarih Kurumu (TTK) Ermeni Masası Başkanı Prof. Dr. Kemal Çiçek, "Ermeni Sorunu'nu Anlamak, Önyargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak" kitabının yazarı ve eski milletvekili Uluç Gürkan ile Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Aygün Attar Ermeni meselesini tartışmak için bir araya gelmişlerdi.

Türk Tarih Kurumu isimli tarafınıza bağlı olan enstitü adına, Ermeni Soykırımı üzerine bilimsel görüşleri ifade etmek için orada bulunan Prof Dr. Kemal Çiçek programa katılan Garo Paylan’a “Sonunuz California’da biter” demiş, üstüne de “Hrant Dink’i Taşnaklar öldürdü” iddiasında bulunmuştur.

1)    Prof. Dr. Kemal Çiçek hakkında kullandığı söylem gerekçesiyle herhangi bir soruşturma başlatılmış mıdır?
2)    Prof . Dr. Kemal Çiçek adına kamuoyunda temsil ettiği kurumun itibarını zedelediği gerekçesiyle herhangi bir soruşturma açılacak mıdır?
3)    Türkiye’nin ve coğrafyasının tarihini araştırmakla yükümlü Türk Tarih Kurumu, Prof. Dr. Kemal Çiçek’in ideolojik görüşlerini ve dışlayıcı perspektifini paylaşmakta mıdır?
4)    Bir bilim kurumunun, hele ki soykırım gibi fazlasıyla bıçaksırtı bir konuyu araştıran bölümünün başındaki birinin bu tür söylemleri ülkenin itibarını zedelemez mi?
5)    Türk Tarih Kurumu var olan devlet söylemini güçlendirmekle mi yoksa bilimsel verileri toparlayıp ortaya sonuçlar koymakla mı mükelleftir?
6)    Hrant Dink’In Taşnaklar tarafından öldürüldüğüne dair elinizde bir bilgi  var mıdır? Türkiye topraklarındaki Ermeniler’in soykırımdan bu yana yaşadığı travmaları böylesine komplo teorileriyle çözümlemek mümkün müdür? 
7)    Prof. Dr. Kemal Çiçek’in görevden alınması gündemde midir?
8)    Prof. Dr. Kemal Çiçek’in Ermeni Sorunu üzerinde görevlendirilmesi konusundaki atamayı yapan kimdir? Kendisinin görevlendirilmesinin özel bir sebebi var mıdır?

20 Mayıs 2012 Pazar

Sırrı Süreyya Önder'in LGBT Hakları Üstüne Sözleri

NTV'de Oğuz Haksever'in yeni anayasa ile ilgili sorularını yanıtlayan BDPli Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, yeni anayasanın etnik köken ve cinsel yönelim konularında eşit olması gerektiğini söyledi.
Yeni anayasayı hazırlayacak olan komisyon üyelerinin de etnik köken ve cinsel yönelim konularında eşitliği sağlayacak bir anayasa hazırlama konusunda söz vermiş olduğunu belirten Önder, 1980 Anayasası'nın da eşitliği sağlayacak olan maddelere sahip olduğunu ancak uygulama ve yargıda hala sıkıntılar yaşandığını söyledi.

EŞCİNSEL YURTTAŞLARA SADECE SEKS İŞÇLİĞİ ALANI AÇIK

Cinsel yönelimi farklı olan vatandaşlarımızın bu tercihleri nedeniyle cinayete kurban gittiklerini ve dışlandıklarını anlatana BDP'li Önder, 'Eşcinsel vatandaşlarımıza sadece seks işçiliği alanı açık bırakılmış. Kolluk kuvvetlerinin gözünde direkt doğal sanık konumuna düşüyorlar.' dedi.

MUHAFAZAKAR OLMAK HAKLARI SAVUNMAYA MANİ DEĞİL

AK Partili komisyon üyelerinin de bu konuda hakkaniyetli davranması gerektiğine dikkat çeken Sırrı Süreyya Önder, 'Muhafazakar olmak eşcinsellerin haklarını savunmaya mani değil. Bu konularda AİHM'de sabıkamız zaten boyumuzu aşmış. Ben bunu savunursam bu tercihi de savunmuş olurum diye korkmamak lazım.' şeklinde konuştu.

18 Mayıs 2012 Cuma

SIRRI SÜREYYA ÖNDER’DEN ÖMER LAÇİNER’E YANIT


Ömer Laçiner T24.com adlı internet sitesinde benim için “Sırrı Süreyya Önder’in Murat Belge ile ilgili yazdıklarını da biliyoruz. Kaç paralık adamlar ki bunlar! Biz onlarla bu dilden konuşmadık. Zaten buna benzer bir tek hakaretimiz de yoktur. Bunların sicillerini biz biliyoruz, fakat biz siyasi bir konuşma yapıldığı vakit bunları gündeme getirmeyiz, bildiğimiz halde susarız, çünkü bunları anlatmak bizim seviyemizi düşürmemiz demek” demiş ve öfke duyduğu solun tümünü kastederek “Bana cevap veremezler, görmezlikten gelirler” diye seslenmiş. Birgün gazetesini de “paçavra” olarak niteleyince cevabı bu “paçavra”dan vermek zorunlu oldu.
Öncelikle görüşlerini davar pazarlığı yapan celep seviyesine düşürdüğü için “siyaset-seviye” kaygısının berhava olduğunu düşünüyorum. Bu itibarla “sicil” bahsinde neyi bilip de saklıyorsa açıklamaya davet ediyorum. Yapmazsa terbiyesizdir.
Bu kimin ağzıdır? Eski bir asker olarak Laçiner bu 'sicilini bilme' ağzının kime yakıştığını en iyi bilenlerden olsa gerektir.
Yazık ki, sarmal dönmüş dolaşmış, gele gele kırk yılda başladığı noktaya yani bir asker ağzıyla, üstlerinden gördüğü ima yollu 'sicil' göndermelerinin yapıldığı bir yere gelmiştir
Murat Belge ile yaşadığımız polemik, sarfetmediğim/yazmadığım bir sözü bana atfetmesiyle başlamıştı. Bu tartışmanın kişisel boyutu Belge’nin bu sözü yanlış hatırladığını söyleyip özür dilemesiyle son buldu. Belge’nin bana, benim de ona yönelttiğimiz diğer eleştiriler bakidir. Hayatın kimi haklı çıkardığını görecek kadar da yoğun bir gelişim ve dönüşüm yaşandı bu ülkede.
Belge, atfettiği sözleri bana oy vermemesinin gerekçesi saymıştı.
İlginçtir, Laçiner oy kullandığı Tarhanlar kolejinden çıkarken orada bulunan 9 gözlemcimizden birisinin kime oy verdiğini sorması üzerine “sorulur mu tabii ki Sırrı’ya” diye cevaplamıştı. Hepsi de yaşayan 9 arkadaşımız buna tanıktır.
Laçiner’in bana oy vermiş olması –yanlışı çok ama yalanı yoktur- sicilimizi ve kaç paralık adam oduğumuzu umursamadığını gösterir. Bir ihtimal daha var o da Laçiner’in ‘demans’ illetine yakalanmış olması.
Röportaj bu demans kaygımı güçlendiren kırıklarla dolu. Laçiner röportajın başında solun islamı anlama çabası olmadığını, onlara “gerici” demenin vahimliğini şöyle anlatıyor:
“Ağır küçümseme ve “bunlar taşralı, gerici, yobaz” yaklaşımı var. Bu tabirleri, kızdıkları için hakaret eder gibi kullanmıyorlar; normal konuşurken yapıyorlar. “Gerici” lafı sadece muhafazakâr kesimin siyasi görüşleri için değil, insanî vasıfları için de söyleniyor. Çünkü böyle görüyorlar ve bu insanların eşitlik talebine çok sinirleniyorlar.”
Roportajın sonuna doğru Hazal Özvarış soruyor:
“- AKP yanında konumlanmayan İslamcı aydınlardan Yüce Diriliş Partisi Başkanı, şair Sezai Karakoç ise şu sözleri söyledi: “Üzümü zehir, içki yaptırmama hakkımız vardır.” Karakoç’un sözlerini siz nasıl yorumlarsınız?”
Laçiner ne dese beğenirsiniz? Cevabı aşağıda.
“Gerici!”
Birikim’de çoğulculuk oynadığı Türköne’nin “eski faşist” olduğunu yeni hatırlaması da ya fiziksel ya da ideolojik demansla açıklanabilir ancak...
Laçiner'e en büyük ceza, verdiği röportajın kendisidir. Otuz küsur yıldır iddialı bir derginin editörü, bir röportajda bütün muhakemesini kaybettiğini saklamayı başaramamaktadır.
Solun AKP’ye eleştiri yapma biçimine isyan ederken soldan, ezilenlerden ve yoksullardan esirgediği vicdan dilini AKP’ye cömertçe kullanmaktan ve üstüne konuşan bir asker uysallığıyla iktidar gölgesine sığınmaktan zerrece haya etmiyor...
Laçiner diyor ki “referandumun asıl mağlubu AKP’dir, bahanesi kalmamıştır.”
Bahane mi? AKP’nin bahaneye ihtiyacı kalmış mıdır? AKP bugüne dek kendisine sunulan soru önergelerine dahi cevap vermeye tenezzül etmezken, bu nasıl bir “bahane tüketme” politikasıdır ki AKP’nin ekmeğine yağ sürmektedir?
Siyasi haysiyetin bedeli nedir peki?
Diyor ki “sol sadece yoksullardan yana olmak değildir”, hay hay. Solun meseleleri kavrayışı ve yorumlayışı çok daha geniş bir açı gerektirir; Laçiner bu konuda haklı, ancak yoksulluğun dışındaki tüm faktörleri muhalefetin temeli haline getirmek, iktidarı ele geçirme çabasının asli mücadele biçimi yapmak sizce zekice mi? Ezilenlere hesap veremeyen, yalnızca orta sınıfın devrimcileşmesine bel bağlayan bir sol siyaset akıl alan bir durum mudur? Her gün katledilen Kürtlere sırtını dönen, kapıları işaretlenen Aleviler’i statükoculukla itham eden, abdestli kapitalizm mağduru müslümanların yüzüne bakmayan, evleri gasp edilen kentsel dönüşüm mağdurlarına ses vermeyen bir sol sol mudur?
Laçiner, bütün okuduklarından, öğrendiklerinden, yaşadıklarından geriye bir tek şeyi aklında tutsaydı böyle olmazdı. O da “Mazlumun yanında dur, sözünü zalime söyle” ilkesidir.
Artık sol diye bir derdi kalmadığına göre bize düşen bir Urfa türküsü söylemektir.
Ağam olasan Ömer, paşam olasan Ömer, bensiz kalasan Ömer... (13.05.2012)
Sırrı Süreyya Önder/BirGün

15 Mayıs 2012 Salı

Sırrı Süreyya Önder İLEF ile Buluştu


Sırrı Süreyya Önder, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Topluluğu'nun düzenlediği söyleşiye katıldı.


Fakültedeki Mahmut Tali Öngören Sinema Salonu'nda dün gerçekleştirilen söyleşide Önder, Cihan Kırmızıgül 'e verilen hapis cezasından, Suriye meselesine kadar birçok konuya değindi.


 "CİHAN'IN İDDİANAMESİ PARODİLERE KONU OLACAK"

Konuşmasına, Cihan Kırmızıgül 'e verilen hapis cezasına atıfta bulunarak başlayan Önder "Cihan benim yetiştiğim topraklarda doğmuş. Aşağı yukarı benimkiyle aynı seyri izleyen bir hayat hikâyesi var. Çok değil iki, üç sene içerisinde parodilere konu olacak bir şebeklikte iddianamelerle ve kararlarla 11 yıl küsur hapse mahkûm edildi" diye konuştu. Kırmızıgül'e yönelik politikanın, Roboski katliamına yönelik duyarlıkları engellemek gibi bir amaç taşıdığını belirten Önder, bu olayların birbirleriyle ilintili olduğunu ve aralarında bir hiyerarşi kurmadan üzerlerine gidilmesi gerektiğini belirtti.

 "SOKAK ÖRGÜTLEYİCİ KAMPANYALAR YAPMALI"

Yeni anayasa yapım sürecinde oluşturulan 12 kişilik Anayasa Komisyonu'nda yer aldığını ifade eden Önder, hayatın "garipliklerle" dolu olduğunu söyledi. "Bir zamanlar 'Anayasayı tebdil, tağyir ve ilgaya tam teşebbüs'ten yargılanmıştım. Hayat getirdi getirdi yeni anayasayı teslim ettikleri 12 kişiden birisi yaptı beni." Türkiye'de genel olarak bir soyutlama sıkıntısı olduğunu dile getiren Önder, bu sıkıntının Anayasa Komisyonu'nda da kendisini var ettiğini söyledi. "Enerjimizin çoğunu kavram karmaşasına veriyoruz. Örneğin; Bir insanlık onuru tarifi yapacağız üzerinde anlaşamıyoruz. Birileri 'Bir grup insan onuru demeyelim manevi ve maddi insani bütünlüğümüz diyelim' diyor." "Türkiye'de iklim barışa el verirse o zaman gerçek bir anayasa olur" diyen Önder, böyle bir dönemde sokağın da örgütleyici kampanyalar yapması durumunda anayasa üzerinde etkili olabileceğini belirtti.

 İÇİŞLERİ BAKANINA GÖNDERME "

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna, "O kötü bir şaka gibi" diyen Önder, birinin Şahin'e 'Tamam, tamam sen İçişleri Bakanı oldun. Artık heyecanlanma' demesi gerektiğini belirtti. "Sevilmediğini kendisi de biliyor. O yüzden birisi seviyorum deyince şüpheye düşüyor. 'Takla at' gibi laflar söylüyor. Mecaz laf kullanmak bir yetkinlik meselesidir. Kullanamıyorsanız bunu yapmayın. Fakat bu zulüm kişisel bir zulüm değil. Şahin bu zulmün en kaba hali. 'İyi' görünen isimler daha rafine gözüküyor sadece."

 Söyleşinin ardından İLEF öğrencileri Önder'e puşi hediye etti.

8 Mayıs 2012 Salı

Sırrı Süreyya Önder: Tiyatroya değil, savaşa giden vergiye baksınlar!



Kürt sorununda gelinen süreci değerlendiren Sırrı Süreyya Önder, hükümetin "Kürtlere diz çöktürmek" ekseninde bir çözüm dayattığını vurguladıktan sonra bunun kabül edilemeyeceğini söyledi ve "hükümetin özgüven sorunu var" dedi.
"Kibirden ve bu dilden vazgeçmek gerek. Kürt diz çökmüyor işte kardeşim niye diz çöktürmek için uğraşıyorsun. Bu ülkenin en değiştirici ve dönüştücü gücü bugün Kürtler. Gel kardeşim ortaklaşa neler yapabiliriz denmesi gerek. Ama o özgüven yok, yüzde 50 oy almış bir iktidarsın ama özgüven yok. Bakıyorsun HES için yürüyen köylüye de eylem yapan öğrenciye de aynı panzeri gönderiyor, gaz sıkıyor özgüveni olsa bunu yapmaz bu tedirginlikten dolayı yapılıyor. Ateş üstünde duruyor sanki, bu grup konuşmalarında görüyoruz, başkasına dinletsen bu ülkede savaş var herhalde der."
BDP'Yİ BİR NEFRET OBJESİNE ÇEVİRMEK KİMSENİN HADDİNE DEĞİLDİR
Balçiçek İlter, Sırrı Süreyya'ya BDP'li olmanın bu ülkede çok zor bir şey olduğunu hatırlattıktan sonra partiye dönük tepkilere değindi ve "BDP'li olmak bir hakaret cümlesi gibi kullanılıyor rahatsız oluyor musunuz?" diye sordu.
"BDP bir halkın özgürleşme ve demokratikleşme iradesinin vücut bulmuş halidir. Bu milletvekilleri çok değerli bir emeğin sonucu meclise geldiler. Bin bir zahmetle halk onları gönderdi. Ben kendi bölgemde 120 bin oy aldım, 3. bölgedeki arkadaşımız 140 bin oyla seçildi. Bir vekil 70 bin oyla seçilirken kimse BDP'yi bir nefret objesi olarak bir hakaret olarak kullanamaz. Kimsenin haddine de değildir hakkı da değildir."
HÜKÜMETE VE BAŞBAKAN'A KEMALİZM ELEŞTİRİSİ
"Şu anda Kemalizmin en başta gelen temsilcisi Sayın Başbakan'dır. Her işi en iyi biz biliriz diye bakıyorlar." diyen Sırrı Süreyya, hükümetin tiyatrocular ile girdiği kavga için "Elinizde bir dehra bağa girmişsiniz önünüze geleni buduyorsunuz" dedi.
Balçiçek İlter, tiyatro tartışmasında muhafazakarların "bizim vergilerimizle toplum değerlerine aykırı oyunlar sahneleniyor" dediklerini belirtirken BDP'li vekilin ne düşündüğünü sordu. Önder, tiyatro tartışmasının fitilini yakan Zaman yazarı İskender Pala'yı eleştirirken "sanatçı her şeyden önce savaş karşısında bir duyarlılık gösterir" dedi.
İSKENDER PALA ÖNCE SAVAŞ UÇAKLARINA GİDEN PARANIN HESABINI SORSUN
"İskender Pala vergisini o kadar düşünüyorsa, "sen benim vergimle o savaş uçaklarıyla insanları öldüremezsin" demesi gerekir. Benim vergimle boyle tiyatro yapılmasın diyenler, önce bu vergiyle savaş uçaklarının sivil halkın üzerine sürülmesine karşı çıksın. Sanatçı duyarlılığı her şeyden önce savaşın karşısında olmaktır. Bu benim tasarrufum değil dünyanın her yerinde evrensel değerler açısından böyledir. Sanatçıysan bu savaşa karşı da bir sözün olsun. O uçakların bir kez havalanması tiyatroların bütçesinin defalarca üzerindedir. Bu mudur yani, gözünü ona mi diktin? İşte Kemalizm denen böyle bir şeydir, vesayetçi bir toplum mühendisliğini dayatır..."