21 Ocak 2014 Salı

Önder: İstanbul’da demokrasiyi soluyacağız




RÖPORTAJ: ÇAĞDAŞ KAPLAN/SADIK TOPALOĞLU
İSTANBUL (DİHA) - HDP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi eş başkan adayı Sırrı Süreyya Önder, yerel seçimlerde diğer partilerden farklı olarak “çözüm projesi” ile girdiklerini belirterek, 3 temel farklılıklarının ise demokratik özerklik, eş başkanlık sistemi ve ekolojik belediyecilik anlayışı olduğunu söyledi. Kent yönetimine gelir gelmez sokak sokak, mahalle mahalle, ilçe ilçe kuracakları meclisler aracılığıyla toplumun yönetime katılım kanallarını açarak, 100 günlük eylem planı dahilinde kentin sorunlarına gözle görülür müdahalelerde bulunacaklarını ifade eden Önder, “İlk 100 gün içinde İstanbul’da demokrasiyi soluyacağız” dedi.
Yerel seçim çalışmalarını “Şehir senin” ve “Kendimizi de kentimizi de yönetiyoruz” sloganlarıyla başlatan HDP, 59 büyükşehir ve il belediye başkan adaylarını açıkladı. Yerel yönetimlerde “yerel demokrasi” ve “ekolojik belediyecilik” politikalarını benimseyen HDP, BDP ile bir ilki de gerçekleştirerek, her belediye için eş başkanlık sistemini önüne koydu ve eş başkan adaylarını açıkladı. HDP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi eş başkan adayları ise Sırrı Süreyya Önder ve Pınar Aydınlar olarak belirlendi. Eş başkan adaylarından Sırrı Süreyya Önder, HDP’nin seçim stratejisi, yerel yönetim anlayışı, İstanbul’da nasıl bir belediyecilik yapacakları ve projeleri hakkında DİHA’nın sorularını yanıtladı.
‘Bu seçim biz ve onlar arasında geçecek’
* HDP’nin katılacağı ilk yerel seçimler için İstanbul Büyükşehir Belediye eş başkan adayı olarak seçildiniz. HDP olarak yerel seçimlere ilişkin izleyeceğiniz strateji ne olacak?
Belki diğer geçirdiğimiz yerel seçimlerle kıyaslanmayacak kadar büyük bir avantajın sahibiyiz. İlk defa HDP bileşenleri başta BDP olmak üzere, Kürt halkı, onun dostları, dayanışma gösteren siyasal yapılar ve gelinen ittifakın doğurduğu bu birleşme hali, halkta “Bir tarafta BDP ve HDP var diğer tarafta ise diğer bütün partiler var” algısının oluşmasına sebep oldu. Çünkü diğer bütün partiler AKP’si, CHP’si ve MHP’si ile -tabi sol-sosyalist partileri bunun dışında tutuyorum- aslında tek bir partiler. Yerelliğe ve yerel yönetimlere dair vazgeçmedikleri iki tutum var. Birincisi neo-liberal vahşi sömürü ve talan politikalarını sarsılmaz bir şekilde savunuyorlar. Kendi belediyelerinde bunu en acımasız biçimde uyguluyorlar. Kentsel dönüşüm projeleri ile tek dilli belediyeler eliyle, halkı karar süreçlerine hiçbir şekilde katmama bırakın halkı seçilmişleri, encümenleri çalıştırmama, sürece müdahale etmeme, kent konseylerini, kent meclislerini asla işlevsel kılmama yoluyla bunu yapıyorlar. Bu konuda büyük bir bencillikle davranıyorlar. Halk da bu açıdan bunların tek bir parti olduğunu görüyor. Adının CHP ya da başka bir parti olmasının bunu değiştirmediğini görüyorlar.
Bir diğer husus ise barış meselesine yaklaşımları. Kendi aralarında bu kadar kanlı bıçaklı gözükmelerine rağmen barış ve demokratik çözüm söz konusu olduğunda süratle üşüşüyorlar ve kol kola giriyorlar. Onun için bu seçim biz ve onlar arasında geçecek ve onlar tek bir partiler. Dolayısıyla işimiz kolay. Seçim kampanyamızda bu onların tek bir parti olduğu vurgusu, merkezileşmeyi savundukları, halkı yok saydıkları, barışı ve demokratik çözümü istemediklerini anlatacağız. Bu kavrandığı zaman hayat bizler açısından eskiye nazaran çok daha kolay olacak diye düşünüyorum.
’3 temel farkımız var: Demokratik özerklik, eş başkanlık ve ekolojik belediyecilik’
* Diğer partilerin bir olduğunu söylediniz. Peki HDP farkını hangi politikalarla ortaya koyacak?
Bugün sistem partilerinin içerisinde hem kenti yönetmeye hem de kent ölçeğinden çıkarak bütün bir ülke yönetimine dair bir tek model ya da önerisi olan yok. Oysa bizim tüm siyasal bileşenlerimizin de benimsediği ‘demokratik özerklik’ dediğimiz bir projemiz var. Bu artık proje olmaktan da çıkmış birçok BDP’li belediyede belli nüveleriyle hayata geçirilmeye başlanmıştır. Halk bunun farkını görüyor. Bizim birinci farkımız burada, bir projemiz var. İkincisi ise biz de kadının eşit temsiliyeti var. Bu diğer siyasi partilerin hiç birisinde olmayan bir şey. Eş başkanlık sistemi bu seçimlerde bizim temel, ilkesel ve taviz vermediğimiz bir politika. Diğerleri bırakın kadına yönetimde eşit inisiyatif tanımayı adeta kadınsız kentler tasarlıyorlar. Üçüncü en temel farkımız ise ekolojik bir yerel yönetim anlayışına sahip olmamız. Hatırlayalım, Taksim’in yayalaştırılması projesi, CHP’li vekillerin bir tekinin bile muhalefet etmemesi ile oy birliği ile geçmişti. Onlar için tarih, çevre, insan, diğer canlılar alınıp satılabilen şeyler. Biz de ise hayatın bizatihi öznesi. O yüzden Haziran direnişi sırasında “Buradaki kuşların ve ağaçların da vekiliyim” dedim. Bunu dediğim zaman dalga meselesi yapmışlardı. En temel farklılıklarımızı bu ve bunun altındaki başlıklar olarak ifade edebilirim.
‘Ütopik olmakla suçlandık, Gezi’de gerçekleşti’
* Gezi direnişinde toplum “Kente dair kararı ben veririm” dedi. Siz de HDP olarak “Kendimizi de kentimizi de yöneteceğiz” diyorsunuz. Peki İstanbul için bu doğrultuda nasıl bir yerel yönetim projeniz var?
İlk defa Gezi pratiğinde hayata geçirilebilir bir durum olduğu görüldü. Biz bunu daha önce seçim sloganı olarak söyleseydik “ütopik şeyler söylüyor bunlar” der, gülüp geçerlerdi. Nitekim biz bunu 2011 genel seçimlerinde seçim manifestomuzda söyledik ve ütopik olmakla suçlandık. Oysa halkın buna hazır olduğu, halkın bu bilinçte olduğu sadece farkındalık yaratıldığı zaman gerisinin halkın ortak doğruyu bulma süreci olarak gelişeceğini Gezi pratiği bize gösterdi. Ne yapacağız? Gerçekten dönüp dolaşıp mesele o sınıfsal tercihlerde kendisini belli ediyor. Siz eğer kendinizi sermayenin ve markanın temsilcisi olarak görürseniz, ulaşımından tutun konut meselesine, barınma meselesine, sosyal toplumsal etkinliklerden tutun eğitim meselesine varana kadar her konuda kendi sınıfsal konumunuzun gerektirdiği tutumları alırsınız. Siz eğer kapitalist sistemin can suyundan besleniyorsanız, bu kenti daha fazla otomobille donatmaktan başka bir şeyi aklınıza bile getiremezsiniz. Siz eğer insanı toplumun merkezine koyamıyorsanız, insan söz konusu olduğunda diğer tüm şeylerin hükümsüz olduğunu düşünemezsiniz. Siz suyun alınabilir satılabilir bir meta olduğunu düşünüyorsanız, bu kentte sizden insani tınılar içeren hiçbir şey gelmez. Kazandığımız yönetimlerde hemen hayata geçirebileceğimiz ilk şeylerden biridir bu. İnsan müşteri değildir, kentli müşteri değildir. Su alınıp satılan meta değildir. Asgari insani ihtiyaç dahilinde olan her şey ücretsiz ya da maliyetine olmalı, belediyeler kar eden işletmeler olmamalıdır. Biz tüccar değiliz, biz sadece kendimizi kentle beraber yönetmek isteyen insanlarız. Bunlar seçildiğimizde birer haftalık periyodlarla gerçekleştirebileceğimiz şeyler. Bunu da bugün ütopik bulanlar olabilecektir ama dönüp o Gezi pratiğine tekrar bakmalarını öneriyorum. Herkes ihtiyacı olmayanı getirdi oraya, ihtiyacı olan şeyi de oradan aldı. İsteyince olabildiğini gördük.
‘Toplumun tartışmadığı, kararlaştırmadığı hiçbir konu belediyenin gündemi olmayacak’
* Demokratik özerklikten, toplumun kenti ve kendisini yönetmesinden söz ediyorsunuz. Toplum karar mekanizmalarına hangi kanallarla katılacak ve toplumun üzerine düşen ne olacak?
Sokaklardan başlayarak sokak, mahalle, semt, ilçe, il düzeyinde temsilciler meclisleri, kent konseyleri adına ne dersek diyelim, bu ve benzeri meclis yapılanmaları oluşturacağız ve bu tarzda var olan yapıları da işlevsel kılacağız. Yine sokaktan başlayarak bunu da bir çokluk ölçüsü almadan inanç cinsiyet, cins, gençlik temsiliyetine varana değin herkesin kendini ifade edebileceği alanlar bulabileceği yapılara dönüştüreceğiz. Çünkü çok olanın sesinin daha çok çıkması bu meclislerin bizim anladığımız anlamda aşağıdan yukarıya bir kent yönetimi inşa etmek anlamında eksiltecek bir girişimdir. O yüzden önce topluma bu bilinci kendi pratiğimizle sergileyeceğiz. Yani, “Sen bu semtte bir tek Alevi’ysen, bir tek Ermeni’ysen ya da toplumsal hayata katılmamış bir kadınsan sen benim sesim burada ne olacak kimin tarafından duyulacak ki’ demeyeceksin. İnsanlara bu güveni vereceğiz ve aşağıdan yukarıya temsiliyet böyle olacak. Dolayısıyla buralarda kararlaştırılmamış, tartışılmamış hiçbir konu belediye meclisinin, kent meclisinin gündemi olamayacak. Halk sorumluluk almış olacak ve bunun kıymetli bir şey olduğunu ve söylemde kalmadığını görecek. Üstelik burada siyasal farklılıkları da son derece ciddiye alan bir tutum içerisinde olacağız, olmalıyız. Yani bize oy vermemiş bir CHP’li, MHP’li, AKP’li bir yurttaşın bu siyasal kimliğinden bağımsız olarak kente ya da semte dair ne söylediği bizim için son derece saygıdeğer bir noktada duracaktır. Onu tartışacağız.
* Yani kentte demokrasi havası esecek diyorsunuz.
Kente demokrasi gelecek ve getirmeliyiz elbette.
‘İlk yüz gün demokrasiyi soluyacağız’
*HDP’nin İstanbul Büyükşehir yönetimine gelmesi durumunda kentin öncelikli hangi sorunlarına müdahale edeceksiniz? Eylem planınız ne olacak? ‘Şehir senin’ sloganı bu anlamda nasıl hayat bulacak?
İlk yüz günlük program yapıyoruz. Bunu gören “çok iddialı değil mi?” diyebilir. Bu kentte ulaşım ve sağlık sorunun çözülmesi ve yerel meclislerin oluşturulması meselesinde çok gözle görülür müdahalelerimiz olacak birincisi bu. İlk yüz günde bu kentte kent halkının nefes alma hakkına tecavüz eden bütün bina ve yapılaşmaların ve bunlardan doğan rantın tamamen kenti iyileştirmeye seferber edildiğini ve yıkımın mümkün olanların ve yine bu karar süreçlerinden geçenlerin süratle bu kentten temizlenmeye başladığını görecek insanlar. İlk yüz günde kente karşı suç işlemiş herkesin dosyalarıyla beraber hem halka hem mahkemelere şikayet edildiğini ve takipçisi olunduğunu görecek insanlar. İlk yüz günde bu kentte demokrasiyi solumaya başlayacağız, bunun da en bariz göstergesi bütün meydanlarımızın polis, valilik gibi saçma devlet mekanizmalarına girmeden halkın kendini ifade edebilecek kürsülerine dönüşecek. Bunu göreceğiz ve bunu hem büyükşehir ölçeğinde hem neredeyse her mahalle ölçeğinde bu tarz merkezler ve alanlar yarattığımızı görecekler. Bir ütopya değil bu başka yerlerde yaptık, bunun pratiğine sahibiz. Burada da yapacağız.
Çocukları ve yaşlıları birlikte saymayı sevmiyorum ama çocuklar, yaşlılar diyelim ve buna engellileri de katalım. Biz bunları kentten koruyoruz. Çocuğun sokağa çıkmasından doğal olarak ödümüz kopuyor. Çünkü çocuk kamusal alana adım attığı andan itibaren onu bekleyen yüz tane ölümcül tehlike var. Çocuklarımızı kentten korumayacağız artık çocuklar için güvenli semtler olacak. Trafiği ile oyun alanları ile eğitim alanları ile çocuklar artık 60 metrekarelik TOKİ konutlarına ya da hiçbir altyapısı götürülmemiş gece kondu semtlerine mahkum edilmeyecek. Toplumsal ihtiyaçların hepsini bulabilecekleri merkezleri olacak. Dolayısıyla kent senin dediğimizde çocuğun değilse kent bizim olmuyor. Yaşlının değilse kent bizim olmuyor. Engelliler için normal bir günlük yaşantısını idame ettirebilecek olanaklar yoksa kent bizim olmuyor.
Bir de “sen seçimden seçime oy verirsin ondan sonra seçtiklerin, üstelik çoğu seçtiklerinin kim olduğunu bilmezsin ve x partisinde 3, 5 kişinin karar verdiği insanlar bir dahaki seçime kadar görevi yürütürler” algısı var. Bu yerleşik bir algıya dönüştürülmüş. Bunu tuzla buz edeceğiz. İktidar öyle gizli saklı kuytudaki bir şey değil, bunun böyle olmadığını gördük. İktidar elimizi uzatsak hemen yakalayabileceğimiz bir şey, çünkü biziz, biz belirliyoruz. Encümenler ya da başkanların son derece sıradanlaştığı kentler yarattığımız gün bizim bu program hayata geçmiş olacak.
‘Sarıgül, Topbaş’ın alternatifi olabilir mi? Olsa olsa ikizi olabilir’
* İstanbul’un yönetimine talip diğer partilerin adayları hakkındaki görüşleriniz neler?
Rakiplerin hepsi birbirine benziyor. Sarıgül, Topbaş’ın alternatifi olabilir mi? Olsa olsa ikizi olabilir. Yorulmuşu gidecek, dinlenmişi gelecek. Daha hırslısı gelecek öyle mi? Biz buna izin vermeyiz. “CHP’yi paramparça edeceğiz” lafını siyasi olarak kullandım. Sen gideceksin MHP’li birisine, bizim bütün değerlerimize küfreden, Alevilere küfreden, Deniz Gezmiş’i çeteci ilan edeni, Yılmaz Güney’e katil diyen, Eşber Yağmurdereli’yi engeliyle aşağılayan bir adamı getireceksin bu ülkenin başkentinde aday göstereceksin. Biz bu siyasi anlayışı paramparça etmek ile mükellefiz. Biz bunu yapmazsak halkımıza karşı görevimizi yapmamış oluruz. Çünkü ben CHP derken, CHP’nin tabanını ve seçmenini ayırarak söyledim bunu. “Niye CHP’ye bu kadar yükleniyorsunuz?” deniliyor. Tam da böyle yapmak gerektiğini düşünüyorum. Bizim hitap ettiğimiz kesimlerin korkularını, kaygılarını istismar ederek kendilerini var ediyorlar, dolayısıyla bizim her fırsatta bunu teşhir etmemiz lazım. Öte yandan paçalarından samimiyetsizlik akıyor.
İktidar da bence artık Gezi ile birlikte yok hükmündedir. Gezi ile birlikte “İstanbul Belediyesi AKP’nindir” diyemeyiz artık. Ortada yok çünkü. Bu halka hesap vermesi gerekirdi. Bundan sonra sadece suç duyurusunda bizim muhatabımız olabilir.
‘Öcalan eş başkanlık sisteminin altını önemle çizdi’
* PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşüyorsunuz. Öcalan’ın belediye seçimlerine dönük önerileri var mıydı, önerileri varsa nelerdi?
Sayın Öcalan bu konuda detaylı değerlendirmelerde bulunmuyor. Ağırlıklı olarak çözüm sürecine yoğunlaşmış durumda. Bana da başarı diledi ve seçimlere genel başlıklar halinde yaklaşmayı tercih ediyor. Demokratik özerklik modelinin öneminden bahsetti. Bunun halka en iyi anlatılacağı süreçlerin seçim süreçleri olduğu noktasında durdu. Onun ötesinde en önemli altını çizdiği eş başkanlık meselesi oldu. Bu konuda da çok ısrarlı ve heyecanlı olduğunu söyleyebilirim.